Öğretmen,
Gönül_telinden
2 Ocak 2011 Pazar
Öğretmen fark yaratıyor...
Öğretmen,
Beni Nasıl Gördün?
Bir gün Mecnun çölde Leyla'yı düşünerek gezerken; namaz kılan bir faninin önünden geçer, Namazı bitirdikten sonra fani:
-Ey Mecnun beni görmüyor musun da namaz kılarken önümden geçiyorsun?
Mecnun:
-Ey fani ben Leyla'yı düşünürken seni görmedim, sen Mevla'yı düşünürken beni nasıl gördün?
28 Kasım 2010 Pazar
Her işte bir hayr vardır...
Her olayda Padişah sorarmış vezirine:
"Böyle böyle bi olay oldu,ne dersin?"
Vezir: "Hayır var , padişahım" dermiş.
Nasıl olduysa birgün kazayla padişahın bir parmağı kopmuş elinden, çok acı çekmiş.
Vezirine; "Vezirim, bak herşeyde hayır var diyordun, bak şimdi parmağım koptu, ne dersin?"
Vezir: "Hayır var , devletlim" demiş.
Padişahın hem canı yanıyormuş hemde kafası atmış;
"Benim parmağım kopmuş, sen birde benle dalga geçiyorsun, atın bu veziri zindana"
Atmışlar veziri zindana...
Aradan zaman , zuhür geçmiş.Padişah Afrika ya sefere çıkmış.Nasıl olduysa yamyamlar herkesi esir almış.Tüm yaverleri yemişler.Sıra Padişaha gelmiş.Bi bakmışlar ki, Padişahın elinin bir parmağı yok.Yamyamlar bir uzuvu eksik olan insanı yemezlermiş,kuralları gereği.Ve bu yüzden padişahı azad etmişler.
Padişah , yamyamların ellerinden kurtulup ülkesine geri dönmüş.Ve ilk iş olarak Vezir'ini zindandan çıkarmış.
Demiş:"Vezir, Vezir, başıma ne iş geldiyse bunda hayır var dedin.Beni yamyamlar yiyecekti, ama parmağımın biri olmadığından beni azad ettiler.Söyle bakalım, bunda ne hayır vardır?"
"Hünkarım" demiş vezir. "Parmağınız kopunca bana kızdınız,zindana attınız"
"Beni zindana atmasanız bende sizle gelecektim,sizin parmağınız yok diye sadece beni yiyeceklerdi, parmağınız sağlam olsa her ikimizide yamyamlar yiyecekti.Sizin parmağınız koptu diye ben zindana girdim,sizin parmağınız yok diye de yamyamlar sizi affetti.Bundan büyük hayır mı olur.İkimizde yaşıyoruz...."
"Böyle böyle bi olay oldu,ne dersin?"
Vezir: "Hayır var , padişahım" dermiş.
Nasıl olduysa birgün kazayla padişahın bir parmağı kopmuş elinden, çok acı çekmiş.
Vezirine; "Vezirim, bak herşeyde hayır var diyordun, bak şimdi parmağım koptu, ne dersin?"
Vezir: "Hayır var , devletlim" demiş.
Padişahın hem canı yanıyormuş hemde kafası atmış;
"Benim parmağım kopmuş, sen birde benle dalga geçiyorsun, atın bu veziri zindana"
Atmışlar veziri zindana...
Aradan zaman , zuhür geçmiş.Padişah Afrika ya sefere çıkmış.Nasıl olduysa yamyamlar herkesi esir almış.Tüm yaverleri yemişler.Sıra Padişaha gelmiş.Bi bakmışlar ki, Padişahın elinin bir parmağı yok.Yamyamlar bir uzuvu eksik olan insanı yemezlermiş,kuralları gereği.Ve bu yüzden padişahı azad etmişler.
Padişah , yamyamların ellerinden kurtulup ülkesine geri dönmüş.Ve ilk iş olarak Vezir'ini zindandan çıkarmış.
Demiş:"Vezir, Vezir, başıma ne iş geldiyse bunda hayır var dedin.Beni yamyamlar yiyecekti, ama parmağımın biri olmadığından beni azad ettiler.Söyle bakalım, bunda ne hayır vardır?"
"Hünkarım" demiş vezir. "Parmağınız kopunca bana kızdınız,zindana attınız"
"Beni zindana atmasanız bende sizle gelecektim,sizin parmağınız yok diye sadece beni yiyeceklerdi, parmağınız sağlam olsa her ikimizide yamyamlar yiyecekti.Sizin parmağınız koptu diye ben zindana girdim,sizin parmağınız yok diye de yamyamlar sizi affetti.Bundan büyük hayır mı olur.İkimizde yaşıyoruz...."
İnsan
İnsan; Adalet-i adet edinip ona göre alamet gösterirse akibeti olarak gözbebeği anlamındaki manayla tanışır.Ama
İnsan: Atalet-i adet edinip ona göre alamet gösterirse adaletin adaveti olur ve akibeti olarak unutmak anlamındaki manayla tanışır.
Adalet:Hak sahibine hakkını vermek, doğruluk.
Alamet;Belirti.
Akıbet;Son,netice
Atalet;tembellik,durgunluk
Adet ;Alışkanlık
Adavet;Düşmanlık
İnsan: Atalet-i adet edinip ona göre alamet gösterirse adaletin adaveti olur ve akibeti olarak unutmak anlamındaki manayla tanışır.
Adalet:Hak sahibine hakkını vermek, doğruluk.
Alamet;Belirti.
Akıbet;Son,netice
Atalet;tembellik,durgunluk
Adet ;Alışkanlık
Adavet;Düşmanlık
12 Ekim 2010 Salı
Kulaktan giren
İki komşu ülkenin hükümdarları birbirleriyle savaşmazlar ama her fırsatta birbirlerini rahatsız ederlerdi.Doğum günleri ve bayramlar, ilginç armağanlar göndererek ikisininde karşısındakine zeka gösterisi yapma fırsatlarıydı. Hükümdardan biri, günün birinde ülkesinin en önemli heykeltıraşını huzuruna çağırdı.İstediği birer karış yüksekliğinde altından, birbirinin tıpa tıp aynısı üç insan heykeli yapmasıydı. Aralarında bir fark olacak ama bu farkı sadece ikisi bilecekti.Heykeller hazırlandı ve doğum gününde komşu ülke hükümdarına gönderildi.Heykellerin yanına bir de mektup konmuştu. Şöyle diyordu heykelleri yaptıran hükümdar ; Doğum gününü bu üç heykelle kutluyorum. Bu üç heykel birbirinin tıpatıp aynısı gibi görünebilir, ama içlerinden biri diğer ikisinden çok daha değerlidir..O heykeli bulunca bana haber ver. Heykeli alan hükümdar önce heykelleri tarttırır, üç heykel gramına kadar eşitti.Ülkesinde sanattan anlayan ne kadar insan varsa çağırttı, hepsi de heykelleri büyük bir dikkatle incelediler ama aralarında bir fark göremediler. Günler geçti, bütün ülke hükümdarın sıkıntısını duymuştu ve kimse çözüm bulamıyordu. Sonunda, hükümdar fazla isyankar olduğu için zindana attırdığı bir gence haber gönderdi.İyi okumuş, akıllı ve zeki olan bu genç, hükümdarın bazı isteklerine karşı çıktığı için zindana atılmıştı.Başka çaresi olmayan hükümdar bu genci çağırttı ; Genç önce heykelleri sıkı sıkıya inceledi, sonra çok ince bir tel getirilmesini istedi. Teli birinci heykelciğin kulağından soktu, tel heykelin ağzından çıktı.İkinci heykelede aynı işlemi yaptı. Tel bu kez diğer kulaktan çıktı.Üçüncü heykelde tel kulaktan girdi ama bir yerden dışarı çıkmadı ; Ancak telin sığabileceği bir kanal kalp hizasına kadar iniyordu, oradan öteye gidemiyordu. Bunun üzerine hükümdar heykelleri gönderen komşu hükümdara cevabı yazdı ; Kulağından gireni, ağzından çıkaran insan makbul değildir.Bir kulağından giren, diğer kulağından çıkıyorsa.O insanda makbul değildir. En değerli insan ; Kulağından gireni, yüreğine gömen insandır.Bu değerli hediyen için teşekkür ederim.
30 Eylül 2010 Perşembe
Tatlı kaynak...
Evliyâ zâtlardan Ebül Abbâs-ı Mürsî hazretlerinin “rahmetullahi teâlâ aleyh”yaşlılık döneminde, on iki hastalığı vardı. Biri, basur hastalığıydı. Öbürü, taş vardı böbreğinde. Herbirinin ayrı sıkıntısı, acısı ve ağrısı oluyordu ki, dayanmak zordu. Ama o, hiç hasta değilmiş gibi
yine devam ederdi hizmetine. Izdırabı çok şiddetlendiğinde yüzü kızarırdı.
Ama yine de belli etmez, sohbetini yapardı. Bir gün yakınları; - Efendim hastasınız, bir müddet
dersi bırakıp, istirahat etseniz, dediler. Cevabında; - Ben kendi isteğimle yapmıyorum bu
dersleri. Bu vazîfe bana emrediliyor, buyurdu. Anlamayıp; - Nasıl yâni efendim? dediler.
Büyük Velî cevâben; - Kalbime, “Eğer sana verilen bu bilgileri herkese anlatmazsan, senden geri alırız” diye ilham olunuyor. Bunun için herkese “Benim derslerime geliniz!” diyorum,
buyurdu.Ve ekledi: - Ama daha tatlı bir kaynak varsa oraya koşunuz!
25 Eylül 2010 Cumartesi
BİLGE KADININ TAŞI
Dağlarda gezen bir bilge kadın, nehirde değerli bir taş bulmuş. Ertesi gün kendisi gibi bir seyyahla... karşılaşmış. Ama seyyahın karnı açmış. Bilge kadın torbasını çıkarmış ve yemeğini onunla paylaşmış. Aç seyyah, bilge kadının torbasındaki değerli taşı görmüş ve taşı çok beğendiğini söyleyip onu kendisine vermesini istemiş. Bilge kadın hiç tereddüt etmeden taşı ona vermiş. Seyyah karşısına çıkan bu şansa çok sevinip, bilge kadının yanından ayrılmış. Taşın, yaşamının geri kalan kısmını güvence altına alacak kadar değerli bir taş olduğunu biliyormuş.Fakat bundan uzun yıllar sonra seyyah, uzun uğraşların sonunda bulduğu bilge kadının karşısına yeniden çıkmış. Seyyah, bilge kadına, "senden bu taşı değil, bundan daha değerli birşeyi istiyorum. Bana onu verebilir misin?" demiş. Bilge kadın, seyyahın kendisinden ne istediğini sorunca, seyyah yanıtlamış : "Bu taşı bana vermeni sağlayan şeyi."
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)